Kategori: <span>Tarih</span>

Dr. Hüseyin Kâmi BÜYÜKÖZER

Geçtiğimiz C.tesi ve Pazar günü İstanbul şehir parkında açılmış Teknofest etkinliğini evimdeki televizyonumda heyecanla takip ettim. 1970’li,1980’li yıllarım filim şeridi gibi gözlerimin önünde birbir resmi geçit yaptı.

MİLLİGÖRÜŞ’ün Siyasi meydanlara 1970’li ilk çıkış yıllarında koalisyon ortağı olarak karşılaşılan dışa bağlı: ekonomi, ticaret, üretim, eğitim ve montaj sanayi idi. MİLLİ GÖRÜŞ Önce Ahlak ve Maneviyat bayrağı ile fabrika kuran AĞIR SANAYİ hamlesi ile Yeniden Büyük Türkiye hareketini başlattı.

Milli Görüş Lideri Necmettin Erbakan Hocam, 1969 yılında atıldığı siyasi hayata, kısa bir süre sonra hükumet ortağı olmak suretiyle adeta mührünü basmıştır. O‘nun Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptığı zamanda, Türkiye tarihinin en köklü ekonomik faaliyetlerinin başlatıldığı inkâr edilemez bir gerçektir.

AĞIR SANAYİ HAMLESİ NE İDİ?

SANAYİ VE TEKNOLOJİ Bakanlığında Müteşarlık kararnamem Süleyman Demirel’in Başbakanlık makamında imzalanması kasıtlı olarak bekletilirken Başbakan yardımcısı olarak Erbakan Hocam, kanun hükmünde kararname ile Ağır Sanayi Hamlesinden sorumlu müsteşar vekili olarak bizi görevlendirerek Ağır Sanayi Hamlesini başlattı.

Erbakan Hocamın hükumet ortağı olduğu dönemde başlatılan “Ağır Sanayi Hamlesi”nin ayrıntılarına bir göz atarsak. Öncelikle “Ağır Sanayi” ne demektir? Ağır sanayii aslında diğer sanayileri kuran sanayidir. Bu sebeple ancak büyük ve lider ülkeler bu sanayii kurup işletebilir ve geliştirebilirdi. Erbakan Hocamın gayesi, ülkemizin kısa süre önce geçirdiği sosyal yıkımların tedavisi ve kalkınması Önce Ahlak ve Maneviyat öncülüğünde, bu “Ağır Sanayi Hamlesi” ile başarılabilirdi. Ağır sanayi yeniden büyük Türkiye’nin ana adımlarından birisi olmalı idi. Ağır sanayi, yaygın, milli, güçlü süratli kalkınmanın belkemiği idi. Yani bu, hakiki kalkınma demekti. Yeni kurulmuş genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en büyük kalkınma hamlesi idi.

Anılar Siyaset Tarih

Dr.Hüseyin Kâmi BÜYÜKÖZER
Bir âyet-i kerîmede Rabbimiz (Celle Celâlühû) yaratılış gayemizi ve mükellefiyetimizi şöyle ifade buyurmaktadır: “Ben cin ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Beni yedirmelerini de istemiyorum.” ( Zariyat suresi,56)

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” (Kıyâmet Suresi, 36)

“De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.” (Furkan Suresi,77)

Ayet-i kerîmeler gayet açık bir şekilde insanın bir yaradılış gayesinin olduğunu ifade etmektedir. O halde insanın yaradılış gayesini önemsemesi ve zühd yolunu tutarak dünyanın geçici zevklerinden yüz çevirmesi gerekmektedir.

İnsanın asıl gayesinin Allah(CC)’a kulluk olduğunu en iyi bir şekilde idrak eden elbette ki Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) olmuş, hayatı boyunca O’nun emrine uygun bir hayat sürdürmüştür. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)‘den sonra ise Ashâb-ı Kirâm Efendilerimiz kendilerini tamamen bu gayeye adamışlardı.

İslam Tarih